Anayasa Mahkemesi kararı arsa niteliğindeki taşınmazın ve spor salonunun zilyetliğinin satıcı tarafından anahtar teslimiyle veya başka şekilde başvurucuya teslim edildiğinin iddia ve ispat edilemediğini belirtmiştir. Bununla birlikte davalı Hazine tarafından yargılama sürecinde bu yönde bir iddia ve itiraz da dile getirilmemiştir. Bu itibarla başvurucu, bu hususu ispat etmesi gerektiğini bölge adliye mahkemesinin kararıyla öğrenmiş; bu durumda da zilyetliğin ne şekilde teslim edildiğiyle ilgili bir açıklama imkânı bulamamıştır. Ayrıca başvurucunun muvazaa olgusunun ispatı bakımından bu şekilde bir teslimin gerekli olup olmadığını ortaya koyabilmesi

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

AYYILDIZ MADEN MERMER İNŞAAT VE İNŞAAT MALZEMELERİ SANAYİ TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/35644)

 

Karar Tarihi: 28/3/2024

R.G. Tarih ve Sayı: 3/12/2024-32741

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkanvekili

:

Kadir ÖZKAYA

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Muhterem İNCE

 

 

Yılmaz AKÇİL

Raportör

:

Cafiye Ece YALIM

Başvurucu

:

Ayyıldız Maden Mermer İnşaat ve İnşaat Malzemeleri Sanayi Ticaret Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. Cihat HAYKIR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kanun hükmünde kararnameyle kapatılan eğitim kurumunca yapılan taşınmaz satış işleminin muvazaalı olduğu tespit edilerek taşınmazın mülkiyetinin Hazineye geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/11/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

4 Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

6. Afyonkarahisar'ın Merkez ilçesine bağlı Akçin Mahallesi'nde bulunan 315 ada 3 parsel numaralı arsa niteliğindeki taşınmaz, Özel Zafer Anadolu, Fen, Meslek ve Teknik Anadolu Lisesinin maliki Menba Özel Öğretim Kurumları Anonim Şirketine (Menba A.Ş.) ait iken 26/2/2016 tarihinde imzalanan satış sözleşmesi ile başvurucuya 7.000.000 TL karşılığında satılmıştır. Satış sözleşmesinde başvurucunun satış bedelinin 709.510 TL'lik kısmını nakit, 210.484 TL'lik kısmını tapu harç bedeli olarak ödeyeceği, 2.962.474 TL'lik kısmını vadeler hâlinde çek ile, satıcının bir bankadan kullandığı ve satışa konu taşınmazı teminat olarak gösterdiği 3.117.532 TL kredi borcunu ise ödeme planı dâhilinde taksitler hâlinde ödeyeceği kararlaştırılmıştır.

7. Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde bir daha uzatılmayarak son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır.

8. OHAL tedbirleri kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle, terör örgütleriyle bağlantılı görülen eğitim kurumları, öğrenci yurtları ve pansiyonların faaliyetlerine son verilmiştir. Bu çerçevede 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendiyle atıf yapılan ekli listedeyer alan Özel Zafer Anadolu, Fen, Meslek ve Teknik Anadolu Lisesi kapatılmıştır.

9. 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (675 sayılı KHK) 12. maddesinde, olağanüstü hâl kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonlarının faaliyetlerini sürdürdüğü dönemde üzerilerinde bulundukları, mülkiyeti kapatılanların sahibi olan gerçek veya tüzel kişilere ait taşınmazlardan 1/1/2014 tarihi ile bahse konu yerlerin kapatılma tarihleri arasında üçüncü kişilere devri yapılan ve üzerinde kapatılanlar tarafından aynı faaliyete kapatılma tarihi itibarıyla devam edilen taşınmazların devir işlemlerinin muvazaalı kabul edileceği ve taşınmazların tapuda ilgisine göre Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak resen tescil edileceği düzenlenmiştir.

10. Afyonkarahisar Valiliği Millî Emlak Müdürlüğü, başvurucu ile Menba A.Ş. arasındaki satış işleminin muvazaalı olduğunu kabul ederek 675 sayılı KHK'nın 12. maddesi uyarınca taşınmazın Hazine adına tescili için Afyonkarahisar Tapu Müdürlüğüne yazı yazmış ve taşınmaz 11/11/2016 tarihinde Hazine adına tescil edilmiştir.

11. Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu Şirketin ortaklarının da aralarında olduğu, muvazaalı olarak satıldığı iddia edilen taşınmazları devralanlar hakkında silahlı terör örgütü üyeliği suçundan soruşturma başlatmış; soruşturma sonucunda başvurucu Şirketin ortakları hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

12. Başvurucu, Hazine adına yapılan tapu kaydının iptali talebiyle 7/5/2018 tarihinde Afyonkarahisar 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde otuz yılı aşkın süredir yaklaşık 150 çalışanı ile faaliyet gösteren aktif bir şirket olduğunu, çevre yolu ve kavşak bağlantı noktalarına yakınlığı ve büyüklüğü itibarıyla hastane yapımına uygun olan taşınmazı sağlık sektörüne yatırım yapmak için bir emlak firması aracılığıyla bulduğunu, satıcı ile aralarında satış sözleşmesi imzaladığını belirtmiştir.

13. Başvurucu ayrıca OHAL döneminde çıkarılan KHK ile satıcı Menba A.Ş.ye ait eğitim kurumlarının faaliyetinin sonlandırılması üzerine satış sözleşmesinde düzenlenen sıralı ödemelerin hangi kurum ve kuruluşa yapılacağı hususunda defterdarlığa müracaatta bulunup defterdarlığın yazısı uyarınca ödemelere devam ettiğini, hâl böyle iken yapılan satış işleminin muvazaalı olarak kabul edilmesinin doğru olmadığını ileri sürerek taşınmazın yeniden adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

14. Hazine, savunma yazısında dava konusu taşınmazın satış işleminin 1/1/2014 tarihi ile Menba A.Ş.nin kapatılma tarihleri arasına denk gelen 26/2/2016 tarihinde gerçekleştirildiğini, satış işleminden sonra kapatılan Menba A.Ş.nin kapatılma tarihine kadar eğitim ve öğretim faaliyetinin müfredatında yer alan spor faaliyetlerine anılan taşınmazda devam ettiğini ileri sürmüştür. Hazine taşınmaz satış işleminin muvazaalı olduğunu, 675 sayılı KHK hükmü gereği taşınmazın tapuda Hazine adına tescilinin yapıldığını belirtmiştir.

15. Mahkeme, yargılama sırasında dava konusu taşınmazda keşif yapmıştır. Keşif sonucu alınan bilirkişi raporunda taşınmazın bedelinin devir tarihi olan 26/2/2016 tarihinde 6.987.516,80 TL, dava tarihinde 8.869.866,40 TL olduğu ifade edilmiştir.

16. Yine yargılama sırasında Mahkeme, başvurucunun taşınmaz bedelini taksitli olarak ödemek için keşide ettiği çeklerden vadesi gelenlerin Defterdarlık Muhasebe Müdürlüğüne ödendiğini tespit etmiş; vadesi gelip de ödenmeyen çeklerin bedelini ise başvurucuya depo ettirmiştir.

17. Mahkeme 28/2/2019 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Mahkeme keşif sonucu alınan bilirkişi raporuna göre satış sözleşmesindeki değer ile taşınmazın tapudaki devir tarihi itibarıyla gerçek değerinin örtüşmesi, başvurucu Şirketin ortakları hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan yapılan soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi, Menba A.Ş. ile başvurucu arasında fiilî veya hukuki bir bağlantının tespit edilememesi nedeniyle satış işleminin muvazaalı olmadığını belirtmiştir. Ayrıca bedele ilişkin ödemelerin bir kısmı yapılmışken kalan ödemelerin yapılmaya devam edildiğinin yazılı delillerle ispat edilmesi karşısında satış işleminin 1/1/2014 tarihi ile Menba A.Ş.nin kapatılma tarihleri arasına denk gelen 26/2/2016 tarihinde gerçekleştirilmesinin tek başına muvazaanın varlığı için yeterli olmadığı kanaatine varmıştır. Mahkeme, satış işleminden sonra taşınmaz üzerindeki spor salonunun 2015-2016 eğitim ve öğretim dönemi sonuna kadar Menba A.Ş.nin kullanımına bedelsiz olarak verilmesinin satış sözleşmesinde kararlaştırılan bir hüküm olduğunu, bu hususun da hayatın olağan akışı ile ticari ilişkilere uygun olduğunu değerlendirmiş; başvurucuya yapılan devir işleminde muvazaa bulunmadığı sonucuna varmıştır.

18. Başvurucu, bu karara karşı vekâlet ücreti nedeniyle, davalı idare ise anılan kararın hukuka aykırı olduğu gibi başvurucunun süresi içinde ilgili idareye başvurmaması nedeniyle hak düşürücü sürenin geçtiği iddiasıyla istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

19. Konya Bölge Adliye Mahkemesi Birinci Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 19/6/2019 tarihinde mahkeme kararının kaldırılmasına ve yeniden hüküm kurulmasına karar vererek temyiz yolu açık olmak üzere davayı reddetmiştir.

20.Bölge Adliye Mahkemesi, gerekçesinde başvurucu ile dava dışı Menba A.Ş. arasında yapılan satış sözleşmesinde taşınmaz üzerinde bulunan spor salonunun 2015-2016eğitim ve öğretim yılı sonunda kadar satıcı tarafından bedelsiz kullanılacağının, tarafların dilerse bu tarihten sonra da satıcının taşınmazdan yararlanacağını sözleşme ile kararlaştırabileceğinin düzenlendiğini belirtmiştir. Söz konusu sözleşme uyarınca satıcının taşınmazı kullanmaya devam ettiğine, taşınmaz üzerindeki spor salonunun ve arsanın zilyetliğinin satıcı tarafından herhangi bir şekilde başvurucuya teslim edildiğinin iddia ve ispat edilemediğine işaret etmiştir. Ayrıca 7.000.000 TL olarak kararlaştırılan bedelin ticari teamüllere göre peşin ödenmesi gerektiği hâlde 2.962.474 TL'lik kısmının taksitlere bağlanması ve banka kredi borcu taksitlerinin üstlenilmesi neticesinde satış sırasında yalnızca 709.510 TL'lik kısmın peşin olarak ödendiği tespitini yapmıştır. Bu tespitlerden hareketle eğitim kurumunun devrine rağmen dava konusu taşınmazda faaliyetine devam etmesi ve taşınmaz satış bedelinin ticari teamüllere aykırı olarak %10'unun peşin ödenmesi hususlarının tarafların gerçek amaçlarını gizleyerek kapatılan eğitim kurumu hakkında gelecekte yapılması muhtemel soruşturmalarda söz konusu olabilecek elkoyma ve müsadere kararlarını etkisiz kılmak amacıyla gerçekleştirilen satışlardan olduğu ve 675 sayılı KHK'nın 12. maddesinde yer alan muvazaa şartının gerçekleştiği sonucuna varmıştır.

21. Başvurucu, muvazaa koşullarının oluşmadığını belirterek Bölge Adliye Mahkemesinin kararına karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay 15/9/2020 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesi kararının usul ve kanuna uygun olduğunu değerlendirerek onama kararı vermiştir.

22. Nihai karar 27/10/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 20/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. İlgili Mevzuat

23. 667 sayılı KHK'nın 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;

...

b) Ekli (II) sayılı listede yer alan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları,

...

kapatılmıştır.

 (2) ... kapatılan diğer kurum ve kuruluşlara ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve haklar, belge ve evrak Hazineye bedelsiz olarak devredilmiş sayılır, bunlara ait taşınmazlar tapuda resen Hazine adına, her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak tescil edilir ...

 (3) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı belirlenen ve ekli listelerde yer almayan özel ve vakıf sağlık kurum ve kuruluşları, özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları, vakıflar, dernekler, vakıf yükseköğretim kurumları, sendikalar, federasyonlar ve konfederasyonlar, ilgili bakanlıklarda bakan tarafından oluşturulacak komisyonun teklifi üzerine bakan onayı ile kapatılır. Bu fıkra kapsamında kapatılan kurum ve kuruluşlar hakkında da ikinci fıkra hükümleri uygulanır.

..."

24. 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 5. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir. Bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz devredilmiş sayılır..."

25. 675 sayılı KHK'nın 12. maddesi şöyledir:

"(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonlarının faaliyetlerinin sürdürüldüğü dönemde üzerlerinde bulundukları, mülkiyeti kapatılanların sahibi gerçek veya tüzel kişilere ait taşınmazlardan 1/1/2014 tarihi ila bahse konu yerlerin kapatılma tarihleri arasında üçüncü kişilere devri yapılmış olan ve üzerinde kapatılanlar tarafından aynı faaliyete kapatılma tarihi itibarıyla devam edilen taşınmazların devir işlemleri muvazaalı kabul edilir ve tapuda ilgisine göre Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak resen tescil edilir."

26. 675 sayılı KHK'nın 12. maddesi 6/2/2018 tarihli ve 7082 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu aynen kanunlaşmıştır.

27. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Sözleşmelerin yorumu, muvazaalı işlemler" kenar başlıklı 19. maddesi şöyledir:

"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.

Borçlu, yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacağı kazanmış olan üçüncü kişiye karşı, bu işlemin muvazaalı olduğu savunmasında bulunamaz."

B. Anayasa Mahkemesi Kararları

28. Anayasa Mahkemesi 7082 sayılı Kanun'un 12. maddesine benzer bir hüküm içeren 6/2/2018 tarihli ve 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 4. maddesinin iptali istemini incelemiş; 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararla anılan maddeyi iptal etmiştir. İptal kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

367. Kuralda, 5271 sayılı Kanun’un 133. maddesi gereği kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve haklarına ilişkin olarak soruşturmanın başladığı tarihten, kuralın yürürlüğe girdiği tarihe kadarki süreçte yapılan devir ve temliklerin muvazaalı kabul edilerek iptal edileceği hükme bağlanmıştır.

...

370. Kuralla, 5271 sayılı Kanun’un 133. maddesi gereği kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarih ile kuralın yürürlüğe girdiği tarihler arasında hukuk düzeninin öngördüğü şekilde şirket ortaklık pay ve hakkı elde eden kişilerin devir ve temliklerinin geçersiz sayılarak iptal edilmesi, Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkını sınırlandırdığı gibi hukuk düzeninin öngördüğü şekilde geçerli olarak yapılan devir ve temliklerin temelinde yatan işlemlerin (hisse devir sözleşmesi, alacağın temliki vs.) geçersiz sayılması suretiyle Anayasa’nın 48. maddesinde güvence altına alınan sözleşme özgürlüğü de sınırlandırılmaktadır.

371. Mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne sınırlama getirilirken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Anayasa’nın anılan maddesi uyarınca temel haklara sınırlama getiren düzenlemelerin, Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.

372. Kuralın millî güvenliğe ve kamu düzenine aykırı faaliyetlerin odağı hâline gelebilecek şirketlerin mal varlığının kaçırılmasının önlenerek bunların anılan faaliyetlerde finanse edilmesini engellemek amacıyla ihdas edildiği dolayısıyla meşru bir amacının olduğu ve bu amacı gerçekleştirmek için elverişli ve gerekli olduğu söylenebilir.

373. Kuralla, kayyım atanan şirketlerde ceza soruşturmasının başladığı tarihten 8/3/2018 tarihine kadarki süreçte şirket ortaklarının pay ve haklarına ilişkin üçüncü kişilerle yaptıkları devir ve temlikler muvazaalı kabul edilerek iptal edilmekte ve resen ticaret sicilinden terkin edilmektedir. Kural, yapıldığı dönemde yürürlükteki hukuk kurallarına göre geçerli olarak varlık kazanmış ve tamamlanmış hukuki işlemlere doğrudan müdahale ederek bu işlemlerin geçerliliğini ortadan kaldırmaktadır.

374. Kural kapsamındaki devir ve temlikler (sözleşmeler), aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karine oluşturulmak suretiyle geçersiz hale getirilmektedir. Başka bir ifadeyle kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin kuralla getirilen kanuni karinenin aksini yani işlemin muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânları bulunmamaktadır. Bu yönüyle kuralın ihdas amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîlikleri önleyecek yasal güvencelerin temin edilmediği anlaşılmaktadır.

375. Buna göre hukuki ilişkinin kurulduğu tarih itibariyle yürürlükte olan kanun hükümlerine uygun olarak kazanılan şirket ortaklık pay ve hakkının aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karineyle muvazaalı olduğu kabul edilerek ortadan kaldırılmasını öngören kural, kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız ve dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirmektedir.

376. Bu çerçevede kuralın olağan dönemde Anayasa’ya aykırı olduğu yönünde yapılan tespit, kuralların olağanüstü dönemde Anayasa’ya aykırı olup olmadığı hususunda herhangi bir değerlendirmeyi kapsamamaktadır.

377. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 13., 35. ve 48. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.

..."

29. Anayasa Mahkemesi 7082 sayılı Kanun'un 12. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının iptali istemini incelemiş; 31/5/2023 tarihli ve E.2018/77, K.2023/105 sayılı kararıyla fıkraları iptal etmiştir. İptal kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

260. Dava konusu kurallar ile 7086 sayılı Kanun’un 4. maddesi benzer niteliktedir. Anayasa Mahkemesinin 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararıyla söz konusu maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline hükmedilmiştir.

261. Anılan kararın gerekçesinde kural kapsamındaki devir ve temliklerin (sözleşmeler), aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karine oluşturulmak suretiyle geçersiz hâle getirildiği, başka bir ifadeyle kayyım atanan şirketlerde ortaklık pay ve hakkını devralan iyiniyetli üçüncü kişilerin kuralla getirilen kanuni karinenin aksini yani işlemin muvazaalı olmadığını iddia ve ispat etme imkânlarının bulunmadığı, bu yönüyle kuralın ihdas amacına uygun kullanılmasını sağlayacak ve bu konudaki keyfîlikleri önleyecek yasal güvencelerin temin edilmediği; hukuki ilişkinin kurulduğu tarih itibarıyla yürürlükte olan kanun hükümlerine uygun olarak kazanılan şirket ortaklık pay ve hakkının aksinin iddia ve ispat edilmesi mümkün olmayan kanuni bir karineyle muvazaalı olduğunun kabul edilerek ortadan kaldırılmasını öngören kuralın, kişilere aşırı bir külfet yükleyerek mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğüne orantısız ve dolayısıyla ölçüsüz bir sınırlama getirdiği belirtilmiştir (AYM, E.2018/81, K. 2021/45, 24/6/2021, §§ 369-376) .

262. Dava konusu kurallar açısından söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmadığından 7086 sayılı Kanun’un 4. maddesinin Anayasa’ya uygunluk denetiminde belirtilen gerekçeler bu kurallar yönünden de geçerlidir.

263. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 13., 35. ve 48. maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir."

C. Yargıtay Kararları

30. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 5/7/2023 tarihli ve E.2022/9-905, K.2023/725 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

8. Türk Hukuk Lûgatında muvazaanın 'Anlaşmalı saptırma, gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi; hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belge; danışıklı işlem' (Türk Hukuk Lûgatı Türkçe-Türkçe, Ankara-2021 Baskı, Cilt-I, s. 819) şeklinde yapılan tanımından hareketle muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları olarak ifade edilebilir.

9. Bir diğer deyişle, irade açıklamasında bulunan taraflar bu açıklamanın sonuç doğurmaması konusunda anlaşmışlar, yalnız gerçek bir hukuki işlemin bulunduğu görünüşünü yaratmayı istemişlerse muvazaadan söz edilir.

10. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada, görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

11.Kural olarak hiç kimse kendi muvazaasına dayanarak bir hak talep edemez. Kaldı ki böyle bir hak talebi herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzenince korunamayacağını belirten 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 2 nci maddesine de aykırıdır..."

31. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 22/3/2023 tarihli ve E.2023/11-214, K.2023/246 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... 3. 6103 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 1 inci maddesi çerçevesinde dava konusu taşınmazların devir tarihleri itibariyle somut olaya uygulanacak olan 818 sayılı Kanun'un 18 inci maddesinde muvazaa kurumu düzenlenmiş olup buna göre muvazaa; bir sözleşmenin taraflarının, üçüncü kişilerden gerçek durumu gizleyerek, onları aldatmak maksadıyla, gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarıdır. Bu şekilde yapılan işlemlere de, muvazaalı işlemler adı verilir.

4. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

5. Taraflar ister sadece bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

6. Muvazaa iddiasını dile getiren kişinin muvazaalı işlemin tarafı olup olmaması ispat kuralları yönünden farklı sonuçlar doğurur. Muvazaalı sözleşmenin taraflarından biri akdin muvazaa nedeniyle hükümsüzlüğünü ileri sürmesi halinde bu iddiasını ispatla mükelleftir. Bu noktada önemli olan diğer tarafın muvazaayı inkarı halinde iddianın ne şekilde ispat edileceğidir.

7. Kanunun muayyen bir delil ile ispatını emrettiği hususlar başka suretle ispat olunamazlar. Bu durumun bir tezahürü senede karşı senetle ispat kuralıdır. 6100 sayılı Kanun'un 201 inci maddesinde senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemlerin miktara bakılmaksızın tanıkla ispat olunamayacağı düzenlenmiştir.

8. Muvazaanın ispatı bakımından da aynı kural geçerlidir. Taraflar muvazaalı işlemini bir senede bağladıklarına göre bunun muvazaalı olduğunu da bir senede bağlayabilirler. Aksi yöndeki bir kabul senetlerin kıymetini azaltacak ve ciddi bir hukuki işlem ile sorumluluk altına giren kişi hal ve şartlar kendisi için uygun bulunmadığı takdirde sözleşmenin hüküm ve sonuçlarından kurtulmak için gerçekte mevcut olmadığı halde muvazaa iddiasında bulunup, bunu şahitle ispat edebilecektir (Turhan Esener, Türk Hususi Hukukunda Muvazaalı Muameleler, İstanbul 1956, s. 85). İspatı veya doğumu muayyen bir şekle bağlı olmayan işlemlerde muvazaa iddiası ise her türlü delil ile ispatlanabilir(Esener,s. 89).

9. Muvazaa olgusu tarafların yanı sıra muvazaalı işlemin butlanını talep etmekte doğrudan doğruya veya dolaylı şekilde hukuki menfaati bulunan kişiler tarafından da ileri sürülebilir. Ancak bu halde yukarıda açıklanan ispatta sıkı şekil koşullarının varlığı aranmaz ve iddia tanık dahil her türlü delil ile ispat edilebilir. Bu durum HMK'nın 203 üncü maddesinde açıkça düzenlenmiştir."

32. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26/9/2019 tarihli ve E.2018/13-318, K.2019/957 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... Konunun aydınlatılması bakımından genel olarak mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun (BK) 18. maddesinde (6098 s. Türk Borçlar Kanunu, m. 19) düzenlenen genel muvazaa ile 2004 sayılı İcra İflas Kanununun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarına değinilmesinde yarar bulunmaktadır:

818 sayılı mülga BK’nın 18. maddesinde;

'Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır. Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.' hükmü ile genel muvazaa düzenlenmiştir.

Bilindiği üzere tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli (7.10.1953 Tarih, 8/7 Sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Kararı), tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır.

Muvazaalı bir hukuki işlemden bahsedebilmek için;

a)Tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk,

b) Üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti,

c) Taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesi bulunmalıdır..."

33. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1/3/2023 tarihli ve E.2021/1-610, K.2023/164 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"17. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukukî işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukukî işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukukî işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukukî işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

18. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukukî sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

...

30. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Anayasa Mahkemesinin 28/3/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

35. Başvuru formunda başvurucu;

i. Başvuru konusu taşınmazı Afyonkarahisar'da faaliyet gösteren bir emlak danışmanlık firması aracılığıyla aldığını ve firmaya bu hizmet için ödeme yaptığını,

ii. Başvuru konusu taşınmazın arsa niteliğinde olduğunu, üzerinde kayıtlarda görünmeyen bir spor salonu bulunduğunu, satış sözleşmesinde eğitim ve öğretim yılı sonuna kadar salonun kullandırılmasının kararlaştırıldığını,

iii. Bireysel başvuruya konu arsa üzerinde satıcı Menba A.Ş.nin taşınmaz kredi borcundan kaynaklanan banka ipoteği olduğunu, Menba A.Ş. ile aralarında imzaladıkları satış sözleşmesiyle ipotekle temin edilen bu borcu üstlendiğini, bu nedenle bu borç tutarı ile tapu harcının satış bedelinden mahsup edildiğini,

iv. Menba A.Ş.nin faaliyetine son verildiğini öğrenir öğrenmez iyi niyetinin göstergesi olarak ödenmeyen çeklerin hangi kurum veya kuruluşa ödenmesi gerektiğini sorduğunu, Afyonkarahisar Defterdarlığının anılan cevabi yazısı üzerine satış ödeme planındaki çeklerin FETÖ/PDY mensuplarına ödenmemesi amacıyla sulh ceza hâkimliğinden tedbiren ödeme yasağı kararı aldırdığını, ödeme yasağı kararı sonrası çek bedellerini Afyonkarahisar Defterdarlığına ödemeye devam ettiğini,

v. Maliye Bakanlığı Vergi Denetim Kurulunun Denizli Küçük ve Orta Ölçekli Mükellefler Grup Başkanlığının Afyonkarahisar Defterdarlığının 4/11/2016 tarihli yazısına cevaben verdiği görüşte, ihtilaf konusu taşınmazın satışının muvazaa içermeyip gerçek olduğunu ve okulların kararname ile kapatıldığı tarihte satışa konu taşınmaz üzerindeki spor salonunun satıcı firmanın kullanımında olmadığını bildirdiğini,

vi. Başvuruya konu taşınmazı bilirkişi tarafından tespit edilen değerde satın aldığını, taşınmazın bedelinin fazlalığı ve ticari hayatın gerekleri dikkate alındığında ödemenin tek seferde yapılmamasının muvazaa olarak kabul edilemeyeceğini, taşınmazın Hazineye devredilmesi nedeniyle mülkiyet hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

36. Bakanlık görüşünde; taşınmazın Hazine adına tesciline ilişkin işlemin iptali talebiyle başvurucunun dava açtığına dair bilgi vermediği, tapu iptali ve tescili davası üzerinden şikâyetlerini ileri sürdüğü ancak işlemin temelde bir idari işlem olduğu, bu nedenle başvurucunun iptal için idari yargı nezdinde dava açabileceği değerlendirilmiştir. Ayrıca başvurucunun satın aldığı taşınmazla ilgili kararın OHAL döneminde çıkarılan KHK'ya dayanılarak alınması nedeniyle yapılacak incelemede Anayasa'nın 15. maddesinin dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.

37. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında önceki iddialarını tekrar etmiştir.

B. Değerlendirme

38. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

1. Uygulanabilirlik Yönünden

39. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

40. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:

"Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.

Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."

41. Başvurucunun taşınmazına ilişkin satış işlemi muvazaalı kabul edilerek taşınmaz, Hazineye olağanüstü hâl döneminde devredilmişse de geriye dönük olarak olağan dönemde yapılan bir satışın muvazaalı kabul edildiği gözetilmelidir. Dolayısıyla yapılan işlemin etkileri olağan dönemde ortaya çıktığı ve norm denetimi kapsamında da benzer bir yorumla Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında inceleme yapılmadığı dikkate alındığında (bkz. §§ 28, 29) bireysel başvuruda Anayasa'nın 13. maddesi kapsamında inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

42. Bakanlık, taşınmazın mülkiyetinin Hazineye geçirilmesi şeklinde gerçekleşen işlemin idari bir işlem olduğu gerekçesiyle başvurucunun idari yargı yoluna başvurması gerektiği hâlde adli yargı yoluna başvurması nedeniyle başvuru yollarını tüketmediği itirazında bulunmuştur. Başvurucu, Hazine adına mülkiyetin kamuya geçirilmesi sonucu oluşan tapu kaydının iptali ile tapuda dava konusu taşınmazın kendi adına kaydının yapılarak tescil edilmesi talebiyle Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Taşınmazın mülkiyetinin kamuya geçirilmesinin sebebi taşınmaz alım işleminin muvazaalı olduğu iddiasıdır. Dolayısıyla incelenmesi gereken husus muvazaa iddiası olup Mahkemece sözkonusu iddianın incelenerek başvurucunun şikâyetlerinin esasının değerlendirildiği görüldüğünden başvurucunun idari yargı yolunu tüketmiş olmasının gerektiği söylenemez. Bu nedenle başvurucunun ihlal iddiaları yönünden başvuru yolunu tükettiği değerlendirilmiştir.

43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

44. Başvurucu adına tapuda kayıtlı iken 667 sayılı KHK'nın 12. maddesi uyarınca resen Hazineye devredilen taşınmazın mülk oluşturduğu hususu tartışmasızdır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

45. Malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53). Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği hatırlatılmalıdır (Anayasa'nın 35. maddesinin yapısı ve içerdiği üç kural ile ilgili olarak bkz. Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

46. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

47. Somut olayda başvurucunun taşınmazı resen yapılan düzenleyici işlemle idarenin mülkiyetine geçmiştir. Müdahalenin millî güvenliğe ve kamu düzenine aykırı faaliyetlerin odağı hâline gelebilecek şirketlerin mal varlığının kaçırılmasının önlenerek anılan faaliyetlerle finanse edilmesini engellemek amacıyla gerçekleştirildiği dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolüne ve düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

48. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen 13. maddesi de gözönünde bulundurulmalıdır. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahale Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahale kanuna dayanmalı, kamu yararı amacı taşımalı ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılmalıdır (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

49. Somut olayda başvurucuya ait taşınmazın Hazineye devredilmesine karar verilmiştir. Taşınmazın mülkiyetinin kamuya geçirilmesi kararı, 675 sayılı KHK'nın 12. maddesine dayandırılmıştır. 675 sayılı KHK'nın 12. maddesi 7082 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesi sonucu aynen kanunlaşmıştır.

50.Anayasa Mahkemesi 7082 sayılı Kanun'un 12. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının iptali talebini incelemiş, 31/5/2023 tarihli kararıyla fıkraları iptal etmiştir. İptal kararının gerekçesinde; iptal edilen hüküm kapsamındaki devir ve temliklerin aksinin iddia edilemez kanuni bir karine oluşturmak suretiyle denetlenmesinin etkisiz hâle getirildiği, söz konusu hükmün bireylere, devrin gerçek bir devir olduğunu ispatlamak için gerekli iddia ve savunmalarını etkili olarak ortaya koyabilecekleri usule ilişkin güvenceleri sağlamadığı belirtilmiştir.

51. Somut olayda ise mahkemelerce muvazaa olgusunun mevcut olup olmadığının tartışılarak bir sonuca varıldığı görülmüştür. Bu durumda başvuruya konu işlem ve dava tarihi itibarıyla yürürlükte olan KHK ve kanun hükmüne dayanıldığı, bunun yanında somut olayda mahkemelerce muvazaa olgusunun varlığının tartışıldığı dikkate alındığında olayın koşulları çerçevesinde ölçülülük yönünden inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.

ii. Meşru Amaç

52. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah,B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

53. Uyuşmazlık konusu taşınmazın KHK ile kapatılan eğitim kurumu tarafından başvurucuya satılması işleminin muvazaalı olduğu değerlendirilerek mülkiyeti Hazineye geçirilmiştir. Söz konusu müdahalenin terör örgütü ile irtibatı veya iltisakı olduğu saptanan kurumların mal varlığı değerlerini hileli yollarla devretmelerinin önüne geçmek amacıyla yapıldığı dikkate alındığında kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu anlaşılmaktadır.

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

54. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük ilkesi, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi gösterir. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade eder (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

55. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Ölçülülük ilkesi gereği öngörülen amaca erişme karşısında belirli bir aracın kullanılması ilgililere ölçüsüz yükümlülükler getirmemeli ve ilgililer bakımından katlanılabilir nitelikte olmalıdır. Elverişli ve gerekli bir tedbirin, müdahalenin ağırlığı ile gerçekleşen netice arasında bir orantısızlık bulunup bulunmadığı ve bu yüzden müdahaleden vazgeçmenin gerekip gerekmediği hususları yargılama sürecinde denetlenecektir. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

56. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı amacı ile bireyin mülkiyet hakkının korunması arasındaki adil dengenin sağlanabilmesi için öncelikle malike, uygulanan tedbirlere karşı savunma ve itirazlarını etkin biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması, söz konusu iddia ve savunmaların makul biçimde karşılanması gerekir (başvurucuya diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir savunma hakkı tanındığından müdahalenin ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Fatma atma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 74-89; Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 75-95; buna karşılık aynı koşulun yargılama sürecinde sağlanmaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü kararlar için bkz. Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven, §§ 57-72).

57. Usule ilişkin güvencelerin varlığı orantılılık değerlendirmesinde önemli rol oynayabilir. Bu bakımdan kişinin hukuka aykırılık iddialarının bir mahkeme tarafından etkili şekilde incelenmesi müdahalenin orantılılığı bakımından önemlidir (D.C., B. No: 2018/13863, 16/6/2021, § 52). Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme imkânının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71; Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36).

58. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazlar yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanmalıdır (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

59. Somut olayda müdahalenin dayanağını teşkil eden düzenleme millî güvenliğe tehdit olduğu tespit edilen terör örgütleriyle iltisakı veya irtibatı olması nedeniyle kapatılan eğitim kurumlarının faaliyetlerinde kullanılan ve 1/1/2014 tarihinden sonra mülkiyeti bu kurumlarca üçüncü kişilere devredilmesine rağmen kapatılma tarihi itibarıyla aynı kurumlarca üzerinde aynı faaliyetlere devam edilen taşınmazlara ilişkindir. Bu bağlamda anılan taşınmazların devirlerinin muvazaalı kabul edilmesi ve ilgili idareler adına tapuya tescil edilmesi suretiyle taşınmazların hileli yollarla devri ile yasa dışı faaliyetlerin finanse edilmesinin önlenmesinin amaçlandığı gözetildiğinde müdahalenin kamu yararına dayalı meşru amacın gerçekleştirilmesi bakımından elverişli ve gerekli olduğu görülmüştür.

60. Eldeki başvuruda asıl incelenmesi gereken, müdahalenin orantılı olup olmadığıdır. Orantılılık yönünden öncelikle başvurucuya taşınmazın mülkiyetinin Hazineye geçirilmesi kararına karşı iddia ve savunmalarını etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı değerlendirilmelidir. Başvurucu taşınmazın Hazine adına kaydının iptali ve kendi adına kaydedilmesi ve tescil edilmesi için tapu iptali ve tescili davası açmıştır. Mahkemece dava konusu taşınmaz üzerinde keşif yapılarak bilirkişi raporu alınmış, raporda taşınmazın gerçek değeri tespit edilmiştir. Mahkeme; taşınmaz alımının gerçek değer üzerinden yapıldığı, satıcının taşınmazda faaliyetine devam etmesi konusunda başvurucu ile anlaşma yapmasının hayatın olağan akışına uygun olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiştir.

61. Tarafların anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmaları üzerine Bölge Adliye Mahkemesince yapılan inceleme sonucunda mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi, kararının gerekçesinde taşınmazın satış bedeli gerçek satış değeri olarak belirlenmişse de söz konusu bedelin taksitler hâlinde ödenmesinin kararlaştırıldığını, sadece %10'luk kısmının nakit olarak ödendiğini, taşınmaz satış bedelinin taksitle ödenmesinin ticari teamüllere aykırı olduğunu değerlendirmiş; ayrıca taşınmaz üzerinde bulunan spor salonunun başvurucu Şirkete teslim edildiğine dair bilgi ve belge olmadığını, arsanın ve spor salonunun Menba A.Ş.ye bağlı olan ve kapatılan eğitim kurumları tarafından kullanılmaya devam edildiğini belirterek taşınmaz satın alma işleminin muvazaalı olduğunu tespit etmiştir.

62. 675 sayılı KHK'nın 12. maddesinde muvazaanın tanımı yapılmamıştır. Anayasa Mahkemesinin norm denetimi kararlarında da değinildiği üzere esas itibarıyla bir özel hukuk kavramı olan muvazaa müessesesi 6098 sayılı Kanun'da düzenlenmiş olup bu kavramın tanımı ve şartları ise büyük ölçüde Yargıtay içtihadıyla ortaya konulmuştur (bkz. §§ 30-33). Bu bağlamda özel hukuk ilişkileri çerçevesinde kişiler arası hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıklarda ortaya çıkan muvazaa iddiasının mahkemelerce tartışılarak çözüme bağlanması, tarafların muvazaanın bulunmadığına dair iddia ve itirazlarının mahkemelerce değerlendirilmesi, değerlendirmelerin ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulması mülkiyet hakkının usuli güvencelerinin bir gereğidir.

63. Somut olayda başvurucunun yargılama aşamalarında, arsa niteliğinde olan taşınmazın üzerinde bulunan ancak kayıtlarda görünmeyen spor salonunun yalnızca öğrencilerin mağdur olmamaları bakımından 2015-2016 eğitim ve öğretim yılı sonuna kadar kullandırılmasının sözleşmeyle kararlaştırıldığını ifade ettiği görülmüştür. Bu bağlamda başvurucu; kapatılma tarihi itibarıyla kapatılan kuruluşun arsa üzerinde bir faaliyetinin olmadığını belirterek spor salonunun eğitim ve öğretim yılı sonuna kadar açık kalması olgusunun muvazaa olarak kabul edilemeyeceğini, kapatılan kurumun arsa üzerinde başkaca bir faaliyetinin de olmadığını savunmuştur. Başvurucu, taşınmazı emlak danışmanlık firması aracılığıyla bulduğunu ve firmaya bu hizmeti için ödeme yaptığını belirtmiştir. Satış sözleşmesine konu bedelin fazlalığı ve ticari hayatın gerekleri dikkate alındığında satış bedelinin tek seferde değil de taksitle ödenmesinin muvazaa olarak kabul edilemeyeceğini vurgulamıştır. Ayrıca ilgili eğitim kuruluşunun kapatılması üzerine iyi niyetli olarak sözleşme gereği ödeme planına bağlanmış sıralı ödemelerin hangi kurum ve kuruluşa ödenmesi gerektiğini Afyonkarahisar Defterdarlığına sorduğunu, yine ilgili mahkemeden çeklerle ilgili tedbiren ödeme yasağı kararı aldırdığını ifade ederek kapatılan kuruluşla bu işlem dışında başka bir ticari ilişkisinin olmadığına da işaret etmiştir. Bunun yanında Maliye Bakanlığı Vergi Denetim Kurulu Denizli Küçük ve Orta Ölçekli Mükellefler Başkanlığınca konuya ilişkin olarak ihtilaf konusu taşınmazın satışının muvazaa içermeyen gerçek bir satış olduğu ve okulların KHK ile kapatıldığı tarihte satışa konu taşınmaz üzerindeki spor salonunun satıcı firmanın kullanımında olmadığı yönünde görüş bildirdiğini savunmuştur. Son olarak Şirket ortakları hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararları da verilmiş olduğuna değinen başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesi kararında belirtilen 689 sayılı KHK hükümlerinin olayın şartları dahilinde uygulanamayacağı yönündeki iddiasını da dile getirmiştir. Buna karşın Bölge Adliye Mahkemesi başvurucunun uyuşmazlığın sonucuna etkili nitelikteki ayrı ve açık yanıt gerektiren bu iddia ve itirazlarını karşılamamıştır.

64. Öte yandan Mahkemece dava konusu taşınmazda yapılan keşif sonucu alınan bilirkişi raporunda taşınmazın devir tarihinde değerinin 6.987.516,80 TL olduğu tespit edilmiş, başvurucu ile Menba A.Ş. arasında imzalanan satış sözleşmesinde de taşınmazın bedeli 7.000.000 TL olarak kararlaştırılmıştır. Bu kapsamda taşınmaz satış işleminin gerçek değer üzerinden yapıldığı Mahkemece kabul edilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi, yapılan bu tespite rağmen ticari teamüle göre taşınmazın taksitle satışının mümkün olmadığı sonucuna varmış ancak bu sonuca varırken ticari teamülün nasıl belirlendiğini gerekçeli kararında açıklamamıştır.

65. Bölge Adliye Mahkemesi ayrıca, kararında arsa niteliğindeki taşınmazın ve spor salonunun zilyetliğinin satıcı tarafından anahtar teslimi ile veya başka şekilde başvurucuya teslim edildiğinin iddia ve ispat edilemediğini belirtmiştir. Bununla birlikte davalı Hazine tarafından yargılama sürecinde bu yönde bir iddia ve itiraz dile getirilmediği dikkate alındığında başvurucunun bu hususu ispat etmesi gerektiğini Bölge Adliye Mahkemesinin kararıyla öğrendiği görülmektedir. Başvurucu bu durumda zilyetliğin ne şekilde teslim edildiğiyle ilgili bir açıklama imkânı bulamadığı gibi muvazaa olgusunun ispatı bakımından bu şekilde bir teslimin gerekli olup olmadığını ortaya koyabilmesi de mümkün olamamıştır. Dolayısıyla mülkiyet hakkının gerektirdiği usul güvencelerinden biri olan etkili itiraz imkânı tanınması güvencesinin somut olayda başvurucuya sağlanmadığı anlaşılmıştır.

66. Bu bilgiler ışığında somut olayda başvurucunun taşınmazı satın alma işleminin muvazaalı olmadığı hâlde mülkiyet hakkına haksız olarak müdahale edildiğine ilişkin sonuca etkili olabilecek itirazlarının ve delillerinin kanun yollarında mahkemelerce konu ile ilgili ve yeterli bir gerekçeyle tartışılmadığı kanaatine varılmıştır. Sonuç olarak başvurucunun mülkiyet hakkının korunması için gerekli usuli güvencelerin somut olayda yerine getirilmediği, adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu bu nedenle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu tespit edilmiştir.

67. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

İrfan FİDAN, Muhterem İNCE, Yılmaz AKÇİL bu görüşe katılmamıştır.

68. Öte yandan hukuk kurallarının uygulanmasında keyfîlik, OHAL döneminde de müsamaha gösterilebilmesi mümkün olmayan mutlak bir yasaktır. Bu nedenle OHAL döneminde uygulanacak tedbirin keyfîliğe karşı yeterince önlem içermesi gerekir. Buna göre mahkemelerce ilgili ve yeterli gerekçe ile başvurucunun uyuşmazlığın sonucuna etkili iddia ve itirazlarının tartışılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri yönünden ihlal sonucuna varılması tedbirin OHAL'in gerektirdiği ölçüde olmadığı anlamına da geldiğinden Anayasa'nın OHAL döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesinden inceleme yapılması hâlinde de varılan sonuç değişmeyecektir.

VI. GİDERİM

69. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması talebinde bulunmuştur.

70. Anayasa Mahkemesince yapılan inceleme sonucunda, mülkiyetin kamuya geçirilmesi tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, mülkiyet hakkına yapılan kanuni dayanağı olmayan müdahale bakımından yargısal makamların sorumlu olduğuna dikkati çekmektedir. Öte yandan ihlalin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

71. Diğer taraftan bu ihlal kararının başvurucunun açtığı davanın esasıyla ilgili herhangi bir değerlendirme içermediği vurgulanmalıdır. Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirttiği ihlal gerekçelerini gözeterek ve söz konusu işlemle ilgili olarak yeniden bir değerlendirme yaparak gereken kararı vermek mahkemenin takdirindedir.

VII. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE İrfan FİDAN, Muhterem İNCE, Yılmaz AKÇİL’in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Konya Bölge Adliye Mahkemesi Birinci Hukuk Dairesine (E.2019/497, E.2019/496) iletilmesi için Afyonkarahisar 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2018/511,K.2019/195) GÖNDERİLMESİNE,

D. 446,90 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.246,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/3/2024 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

Kanun hükmünde kararnameyle kapatılan eğitim kurumundan yapılan taşınmaz satın alma işleminin muvazaalı olduğu kabul edilerek taşınmazın mülkiyetinin kamuya geçirilmesi ve bu nedenle açılan tapu iptal ve tescil davasının reddedilmesi nedeniyle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

İhlal kararında; mülkiyet hakkının usule ilişkin güvencelerinin sağlandığından söz edilebilmesi için mahkemelerin kararlarında konuya ilişkin olarak yeterli gerekçe bulunması gerektiği, başvurucunun sonuca etkili olabilecek esaslı iddia ve itirazları karşılanmadan satın alma işleminin muvazaalı olduğuna karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

Somut olayda başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu ve meşru bir amacının mevcut olduğu açıktır (bkz. §§ 45, 47). Bu itibarla söz konusu müdahalenin ihlal oluşturup oluşturmadığının tespiti için ölçülü olup olmadığı değerlendirilmelidir.

Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple mülkiyet hakkına getirilen müdahalelerde hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (Osman Bayrak, B. No: 2013/3803, 25/2/2015, §§ 73, 74).

Bu bağlamda başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan başvurucu tarafından gerçekleştirilen satın alma işleminin muvazaalı olduğu kabul edilerek mülkiyetinin kamuya geçirilmesinin ve bu nedenle açılan tapu iptali ve tescil davasının reddedilmesinin mülkiyet hakkını kısıtlama bakımından “ölçülülük ilkesi”ne uygun olup olmadığı olacaktır.

Pozitif yükümlülükler kural olarak özel hukuk kişilerince yapılan müdahalelere karşı anayasal koruma sağlamakla birlikte kamu otoritelerince gerçekleştirilen müdahalelerde de devletin özellikle usule ilişkin bazı pozitif yükümlülükleri söz konusu olabilir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 67).

Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi, kural olarak usule ilişkin güvenceleri içermemekle beraber başvurucuya, keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye karşı yetkili makamlar önünde etkin bir biçimde itiraz edebilme olanağının tanınıp tanınmadığı güvencesini kapsamaktadır (AGOSİ/Birleşik Krallık, § 60; Saccocia/Avusturya, 69917/01, B. No: 18/12/2008, § 89; Microintelect Ood/Bulgaristan, § 48).

15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan silahlı darbe teşebbüsünden sonra OHAL tedbirleri kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle terör örgütleriyle bağlantılı görülen eğitim kurumları, öğrenci yurtları ve pansiyonların faaliyetlerine son verilmiştir (§§ 7-8). Bu süreçte yürürlüğe giren KHK'lardan biri olan 675 sayılı KHK'nın 12. maddesinde ise olağanüstü hâl kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonlarının faaliyetlerinin sürdürüldüğü dönemde üzerlerinde bulundukları, mülkiyeti kapatılanların sahibi gerçek veya tüzel kişilere ait taşınmazlardan 1/1/2014 tarihi ile bahse konu yerlerin kapatılma tarihleri arasında üçüncü kişilere devri yapılmış olan ve üzerinde kapatılanlar tarafından aynı faaliyete kapatılma tarihi itibarıyla devam edilen taşınmazların devir işlemlerinin muvazaalı kabul edileceği ve tapuda ilgisine göre Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak resen tescil edileceği düzenlenmiştir (§ 9). 675 sayılı KHK'nın 12. maddesi 6/2/2018 tarihli ve 7082 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucu aynen kanunlaşmıştır.

7082 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesi sonucu aynen kanunlaşan 675 sayılı KHK'nın 12. maddesi Anayasa Mahkemesi tarafından muvazaa olgusunun denetlenmesinin etkisizleştirilmesinin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir (Anayasa Mahkemesi'nin 14/12/2023 tarihli ve 2018/77 E., 2023/105 K. sayılı kararı)

Kurala ilişkin iptal kararında ve konuya ilişkin bireysel başvuru kararında (bkz. Mehmet Ali Bayraktar, B. No: 2016/73431, 20/6/2023, § 68) iptal edilen hüküm kapsamındaki devir ve temliklerin aksinin iddia edilemez kanuni bir karine oluşturmak suretiyle denetlenmesinin etkisiz hâle getirildiği, söz konusu hükmün bireylere, devrin gerçek bir devir olduğunu ispatlamak için gerekli iddia ve savunmalarını etkili olarak ortaya koyabilecekleri usule ilişkin güvence sağlamadığı belirtilmiştir. Dolayısıyla muvazaa iddiasının tartışılabilir, denetlenebilir olduğu durumlarda iptal gerekçesinde ve bireysel başvuru kararlarında belirtilen hukuka aykırı durumun doğrudan oluştuğu söylenemeyecek, her somut olayın özelliklerinin ayrıca değerlendirilmesi gerekecektir.

Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmaz kanun hükmünde kararnameyle kapatılan eğitim kurumu tarafından 26/02/2016 tarihinde başvurucuya satılmıştır. 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 12. maddesi gereğince taşınmazın satışının muvazaalı olduğu değerlendirilmiş ve dava konusu edilen taşınmaz 11/11/2016 tarihinde hazine adına resen tescil edilmiştir. Taşınmazı satın alan başvurucu satış işleminin muvazaalı olmadığı iddiasıyla tapunun iptali ve kendi adına tescili için dava açmıştır.

İlk derece mahkemesi taşınmaz üzerinde keşif yaparak, satış tarihinde taşınmazın gerçek değerinin 6.987.516,80 TL olduğunu tespit etmiştir. İlk derece mahkemesi "taşınmaz satış sözleşmesinin gerçek değer üzerinden yapıldığının tespit edilmiş olması, davacı ile FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü yada dava dışı Memba Eğitim Kurumları arasında fiili-hukuki bir bağlantının tespit edilmemiş olması, taşınmaz bedelinin ödemelerinin yapılmış ve yapılmakta olduğunun yazılı delillerle ispat edilmiş olması, satış işleminden sonra taşınmaz üzerinde bulunan spor salonunun 2015-2016 eğitim öğretim dönemi sonuna kadar bedelsiz kullanımına izin verilmesinin satış sözleşmesinde ayrıca belirlendiği ve bu hususun devredenin eğitim öğretim faaliyeti yürüttüğü göz önünde bulundurulduğunda hayatın olağan akışı ile ticari ilişkilere uygun bulunmuş olması" gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiştir.

Karara karşı istinaf başvurusunda bulunulması üzerine bölge adliye mahkemesi; taşınmaza ilişkin 26/2/2016 tarihli harici satış sözleşmesinin 6. maddesinde taşınmaz üzerinde bulunan spor salonunun 2015-2016 eğitim öğretim yılı sonunda kadar satıcı tarafından bedelsiz kullanılacağı ve bu tarihten sonra taraflar dilerse alıcının taşınmazdan yararlanacağının kararlaştırabileceğinin düzenlendiği, taşınmazın 2015-2016 eğitim öğretim yılının sonuna kadar satıcı tarafından kullanıldığı, başvurucu tarafından eğitim öğretim yılı sonu ile eğitim kurumunun kapatılma tarihleri arasında taşınmazda bulunan spor salonunun ve arsanın zilyetliğinin taraflarına teslim edildiğinin iddia ve ispat edilmediği hususlarının altını çizmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi ayrıca taşınmazın 7.000.000,00 TL bedelle satışının kararlaştırıldığını, satış bedelinin peşin olarak ödenmesi gerekirken ticari teamüllere aykırı olarak satış bedelinin 2.962.474 TL kısmının taksitle ödenmesi üzerinde anlaşıldığı, alıcının ipotek borcunun üstlenildiğini ve alıcı tarafından peşin satış bedeli olarak toplam bedelin sadece %10'u olan 709.510,00 TL ödendiğini vurgulamıştır. Bölge Adliye Mahkemesi bu olgulara dikkat çekerek tarafların gerçek amaçlarının satıcı şirket hakkında gelecekte yapılması muhtemel soruşturmalarda verilecek el koyma kararından taşınmazı kurtarmak amacı ile taşınmazın başvurucuya devredildiği ve işlemin muvazaalı olduğu sonucuna ulaşmış, bu gerekçeyle ilk derece mahkemesi kararını kaldırarak davanın reddine karar vermiştir. Bu karara karşı başvurucu temyiz başvurusunda bulunmuş, karar temyiz kanun yolu incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.

Bu kapsamda başvurucunun yargılamanın taraflarından biri olarak muvazaa iddiasına karşı savunma ve itirazlarını ileri sürebilme olanağı bulabildiği, yargılama sürecinde başvurucunun uyuşmazlığın çözümüne etki edebilecek nitelikteki iddia ve itirazlarının ilk derece mahkemesi, bölge adliye mahkemesi ve Yargıtay tarafından değerlendirildiği, bölge adliye mahkemesinin dava konusu olay ve olguları bir bütün olarak değerlendirerek konu ile ilgili ve yeterli gerekçe göstererek taşınmaz satış işleminin muvazaalı olduğu sonucuna ulaştığı, başvurucuya bölge adliye mahkemesi kararındaki tespitlere karşı itirazlarını da temyiz aşamasında ileri sürme imkânının tanındığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Anayasa'nın 35. maddesinin ve Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin öngördüğü güvence kapsamında mülkiyet hakkının korunması için gerekli usulü güvencelerin ve yetkili makamlar önünde etkin bir biçimde itiraz edebilme olanağının başvurucuya tanındığı anlaşılmaktadır.

Bu itibarla, başvurucu tarafından kanun hükmünde kararnameyle kapatılan eğitim kurumundan yapılan taşınmaz satın alma işleminin muvazaalı olduğu kabul edilerek taşınmazın mülkiyetinin kamuya geçirilmesinin kamu yararı amacına uygun olduğu ve bu nedenle açılan tapu iptal ve tescil davasında gerekli güvencelerin sağlandığı gözetildiğinde, müdahalenin başvurucuyu kişisel ve aşırı bir yük altına sokmadığı, müdahalenin amacı ile başvurucuya yüklenen külfetin orantılı olduğu sonucuna varılmıştır.

Belirtilen gerekçelerle, başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin ölçülülük ilkesine aykırı olmadığı ve Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşıldığından, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin karara katılmıyoruz.

 

Üye

İrfan FİDAN

Üye

Muhterem İNCE

Üye

Yılmaz AKÇİL